Çok ufaktık
tanıştığımızda.
Hatırlar mısın
sevgilim, ICQ ve mIRC’ın hayatımızın önemli bir parçası olduğu yıllardı.
Bazı sesler
vardı o döneme ait. ICQ açılırken çıkan vapur düdüğü, mesaj geldiğinde duyduğumuz
“o-o” sesi, internete bağlanırken bilgisayarımızdan gelen kulak tırmalayan ses
cümbüşü ve tabii ki hayatımızın fon müziği haline gelmiş Nirvana’dan “Come as
you are”
Birbirimize
karışık kaset doldurup hediye ettiğimiz, rüyalarımızda Converse ayakkabı
gördüğümüz, en büyük derdimizin cool
olmak olduğu yıllardı.
O zamanlar
nefret ettiğimiz tabirle birer ergendik
ikimiz de.
Ben mIRC’ta bir
kanalda “admin” olmuştum, havamdan geçinmiyordu. Okulda insanlardan uzak durmaya
çalışan, misafir geldiğinde evde yokmuş numarası yapabilmek için tuvalete bile
gitmeyen ben, sanal âlemde popüler olmanın keyfini çıkarıyordum.
Sonra sen
geldin kanalıma. Hem kanalıma, hem hayatıma gelmişin meğer.
Sen de fark
ettin mi sevgilim, insan hayatının dönüm noktası olan anları ancak çok
sonraları geri dönüp baktığında anlayabiliyor.
Dedikleri
gibi; hayat ileriye doğru yaşanır, geriye doğru anlaşılırmış.
Birbirini
hiç görmemiş iki yabancı her akşam saatlerce sohbet ediyorduk. Ben bu sürede
kanalla ilgilenmediğimden kanalı hacker’lar basmış, elimden admin’liğimi
almışlardı. Umurumda değildi elbet. Ben ergen bir erkek çocuğuydum.
Bir yandan içimdeki
ses beni yiyip bitiriyordu. Biliyordum sonsuza dek böyle gidemezdi; illa ki bir
gün tanışmamız gerekecekti. En azından bunu sen isteyecektin.
Gel gör ki,
uzun bir süre sen de istemedin.
Zaten ayrı
şehirlerdeydik.
Birbirimize itiraf
etmemiş olsak da, buluşmamak için ikimizin de ikna olduğu hoş bir bahaneydi bu.
Tam 1 sene
sonra cesaretimi toplayıp yanına geldim. Ankara bir günlüğüne o dillere destan
kış ayazına ara vermiş, pırıl pırıl bir güneşle karşılamıştı beni. Zaten
pespembe olan taş yanakların, beklenmedik güneşin ve heyecanının etkisiyle al
al olmuştu. Bütün gün üstlerimizde ince birer montla o park senin bu park benim
gezdikten sonra seni ve ışıl ışıl parlayan gözlerini bırakıp İstanbul’a
dönmüştüm.
Sonrasında
her şey çok hızlı ilerledi.
ÖSS
tercihlerinde ilk on sıraya birden İstanbul’daki okulları yazarak ilişkimizi
farklı bir seviyeye taşımıştın. O zamanlar ikimiz de bunun farkında değildik
elbet. Hayatımızda neden’lerin, niçin’lerin çok yer almadığı yıllardı.
Böylece 5
seneyi daha beraber -daha doğrusu dip dibe- geçirdik.
Aynı lise
yıllarımızdaki gibi kendimiz dışında pek kimsecikler yoktu etrafımızda. Meğer
bizi bir arada tutan yalnızlığımızı paylaşmakmış, yine çok sonraları görebildim.
Mezun
olduğumuz gibi evlenelim gitsin demiştik. Zaten
yıllardır aynı evi paylaşıyoruz, ne fark edecek…
Ne kadar da
kolay alınmış bir karardı.
Serde
gençlik var, insan üzerinde durmuyor.
****
Şimdi ilk
tanıştığımızın üzerinden 15 yıl geçmiş sevgilim.
Ne ICQ
kalmış, ne mIRC.
“Zurna”
artık sadece bir müzik aleti.
Kurt Cobain
ölmüş.
Converse desen,
İstiklal Caddesi’nden Abdi İpekçi Caddesi’ne terfi etmiş.
Ben mi?
Bense
hayatımı geriye sarmaya başladım.
Ve anlamaya…
Artık serde
ne ergenlik kalmış, ne gençlik.
Yerini
olgunluk almış da diyemem ama bir şey var işte… O şey belki de farkındalık
sadece.
Şimdi biz
bir yol ayrımındayız demeyi çok isterdim sevgilim, inan. Fakat görüyorum ki biz
yollarımızı çoktan seçmişiz.
Yine geç
kalmışım tespit etmekte.
“Carpe Diem”
diyip duruyoruz ya, “Anı Yaşa”. Bence
onun yerine “Anlı Anla” demeli. Bilerek yaşa, farkına vararak, anlayarak yaşa…
****
15 yıl önce aynı
noktadan başladığımız yolculuğumuzda hep farklı yönleri seçmişiz. Kafamı
kaldırıp baktığımda seni çok uzaklarda görüyorum şimdi. Varla yok arası solgun bir
gölge gibi el sallıyorsun bana uzak diyarlardan. Yüzünü bile zor seçiyorum.
Seni kendime
çekmeye çalışıyorum, sevgilim. Ama o kadar çok kavşak kaçırmışız ki… Yeni dünya
kadar uzağız birbirimize.
Ne yapmalı
şimdi sevgili, sen söyle bana.
Ne sen 15
sene önceki sensin, ne ben.
Hala yeni
bir başlangıç yapma şansımız varken kullanmalı mı? Yoksa birbirimize
seslerimizi duyurmaya çabalayarak bir ömür geçirmeli mi? Sesimizi duyursak da
anlayabilecek miyiz birbirimizi?
Peki ya
ellerimiz? Uzaklardan birbirimize uzattığımız ellerimiz kavuşabilir mi? Kavuşsa
da tutkuyla tutabilir mi birbirini dersin? Yoksa bir ömür boyu tutkudan da mı
vazgeçeceğiz?
Biliyor
musun sevgilim… Sen kucağıma yattığında saçlarını okşarken ateş almıyor
ellerimi, sana sarılmak yakmıyor bedenimi. Dudaklarını ısırırcasına öpmedim bir
kez bile olsun, canın acımasın diye.
Seni kendime
çekmeyi başarsam bile, biliyorum ki gizli dünyamdaki hayallerimin başrol
oyuncusu asla sen olmayacaksın. Üstünü parçalayıp soyacağım, dudaklarını
koparırcasına öpeceğim kişi sen değilsin. Bu hayalin içine seni yerleştirme
fikri bile utandırıyor beni, hatta kendimden iğrendiriyor.
Senelerdir
kendime itiraf edememiştim ama artık biliyorum, çocuğum gibi seviyorum seni.
Dedim ya,
çok ufaktık tanıştığımızda. Sen tek başına ayakta durmaktan korkan bir kız
çocuğu olarak kaldın hep, bir sevgiliden çok güçlü bir babaydı aradığın. Bense
babasız büyüdüğümden bu role soyunmaya pek hevesliymişim meğer.
Ve böylece birbirimizin
pek çok şeyi olabilecekken, farkına varmadan baba-kız olduk sevgilim.
****
İşte tam da
bu yüzden ayrılamayacağımızı içten içe biliyorum… Bir baba çocuğunu nasıl terk
edemezse ben de terk edemeyeceğim seni.
Dünyaya yeni
gelmiş bir bebek hayatta kalmak için nasıl çaresiz bakıyorsa annesinin
gözlerinin içine, o bakışları hissediyorum gözbebeklerinde.
Elimi tut ve
yamacıma gel sevgilim. Güzel yüzünü göreyim, yumuşak, sıcacık avuç içlerini
hissedeyim ellerimde. Göğsüme yat ve o ilk tanışmamızdaki şarkıya kulak
verelim. Bu sefer bambaşka hislerle…
Come as you are, as you were
As I want you to be
As a friend
As a friend
Biliyorum
ki, içimdeki ses peşimi bırakmayacak hiçbir zaman. Emin misin diyecek bana sürekli. Susturacağım. Daha iyisi bana bir gömlek büyük diyeceğim ona. Değişiklik yapmak için çok geç
diyeceğim. İnsan çocuğunu terk edebilir
mi? diyeceğim.
Gel, baba-kız
yolumuza devam edelim sevgilim. Ne de olsa
Ateşli sevişmeler sadece filmlerde olur!