Özellikle
geceleri bastırıyordu şu huzursuzluk hissi.
İlk uykuya
dalarken sorun yoktu. Yatmadan önce birkaç satır bir şey okudu mu tamam,
hayallere dalarak uykunun sıcak kollarına bırakıyordu kendini.
Gel gör ki, gecenin
bir yarısı tuvalete kalktığında uykuyla bilinç arasındaki o sersemlikte asılı kalamıyor,
bilinci sifon sesini duyduğu gibi işbaşı yapıyordu. Başlasın düşünceler,
endişeler, planlar, ne olacak’lar, nasıl olacak’lar…
Bu gece
tuvalet molası verdiğinde saat 04:20’ydi. İşini gözleri kapalı halletti,
böylece belki vücudunu hemen uykuya geri dönmesi için kandırabilirdi. Nafile…
bir diğer deyişle yemezler. Bayan
endişenin mesaisi çoktan başlamıştı.
Önce sağına
dönüyor, uykuya dalmaya çalışıyor, o sırada kolu uyuşuyor; bu sefer soluna
dönüyor, derken düşünceleri bölündüğünden uykuya dalma çalışmaları sıfırdan
başlıyordu.
Saat 06:30
olduğunda defalarca iki tarafına dönmüş ve hala uykuya dalmayı başaramamıştı.
Üstüne üstlük şimdi tekrar tuvalete gitmesi gerekiyordu.
Offf… Acaba yataktan kalkıp güne mi
başlasam? O zaman da akşam olmak bilmiyor. En iyisi biraz daha zorlayayım.
Neyse ki 2
saatlik kısır döngü, vücudun yorgunluk sinyallerine daha fazla dayanamayıp bir
şekilde kırılmış ve yerini bol bilinçaltı mesaj içeren bir rüyaya bırakmıştı.
Bölük pörçük
bir uykunun ardından yorgun bedenini güç bela yataktan doğrulttu. Tekrar bir
ihtiyaç molası, ardından ağır bedeni taşımaktan uyuşmuş zavallı kolları esnetme
çalışmaları ve hafif bir kahvaltı…
Kahvaltı
namına yiyebildiği üç-beş parça şey de sonraki bir saat içerisinde gerisin geri
yukarı çıktığından, korkarak minik lokmalarla yuttu.
Ardından
camın kenarına oturdu.
Havalar bir
anda buz kesmişti. Ayaklarını harıl harıl yanan kalorifere dayadı ve boş
sokakları izlemeye başladı. Gece yakasını bırakmayan endişeler bu sokaklarda
cirit atıyordu şimdi. Sehpada duran dergiye göz atarak uzaklaşmaya çalıştı. Bir
süre işe yaramıştı da, ta ki az önce yediği lokmalar olduğu gibi boğazından
geri çıkmaya çalışana dek…
Bunca zaman
sonra evinin duvarlarını, parkelerdeki izleri, camdan gözüken ağaçların
dallarını, hatta karşı apartmandaki görevlinin günlük rutinini bile ezberlemişti.
Ayrıca alt komşuda haftanın hangi günü temizlik olduğunu, karşı komşunun çöpünü saat kaçta
çıkardığını, üst komşunun oğlunun saat kaçta eve geldiğini de adı gibi
biliyordu.
O çocukcağız
eve gelip kapıyı çekince nasıl da mutlu oluyordu. Demek ki akşam olmuştu. Demek ki birazdan sevgili eve gelecekti. Demek
ki bir gün daha, evet bir gün daha, geçmişti!
***
Demek ki
hayat beni sana bir gün daha yaklaştırmıştı, oğlum.
Evet; tüm o
tuvalet ziyaretleri, uyku problemleri, reflü sancıları, zorunlu ev
istirahatleri, endişeler… Hepsi senin için, hepsi sana sağlıkla kavuşabilmek
için.
Belki büyüdüğünde eve gelip yüzümüzü bile görmeden odana kapanacaksın.
Belki bizi
beğenmeyeceksin.
Siz ne bilirsiniz
ki diyeceksin.
Haklı da
olacaksın tatlım. Eminim ki her şeyi bizden daha iyi bileceksin, her zaman bizden
daha iyisini yapacaksın; olması gereken de bu.
Ben sana bizim
neyi bildiğimizi söyleyeyim.
O da tek bir
şey...
Biz en iyi
sevmesini biliriz, oğlum.
Başka da bir
halt bildiğimiz yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder