Size de oluyor mu?
“Haydi Bismillah” diyerek bir işe girişememek.
Hep sonunu düşünmek.
Hep “Nasıl Olur”a kafa yormak.
Bunları yaparken zamanın akıp gittiğinin farkına varmamak.
Bir anda yılların geçtiğini görünce de anlamsızca kendine sinirlenmek.
Sanki sinirlenmek geçip giden zamanı geri getirebilecekmiş gibi…
Başıma ne geldiyse işi oluruna bırakamamaktan geldi.
Hayırlısı kelimesini çok kullanırım ama belli ki “Hayırlısı
Felsefesi”ni içselleştirememişim.
Her şey önceden planlanacak, belli kalıplara oturacak, bir
zaman planı olacak, adım adım gerçekleştirilecek ve en sonunda da… en sonunda
ne olacak? Plaket alacağım herhalde. En başarılı proje yönetimi plaketi!
Eyvah Eyvah filminde Hüseyin’le Müjgan arasında çok güzel
bir diyalog vardı. Bu konu üzerine her kafa yorduğumda aklıma gelir. Filmi
izlerken “heh işte!” demiştim. Hüseyin tüm düşündüklerimi tek kelimede
özetledi.
Hüseyin Badem: Ben hiç plan yapmıyom
Müjgan: Neden?
Hüseyin Badem: E tutmuyo!
Tek bir kelime…”Tutmuyo”
Ağzına sağlık Hüseyin. Tutmuyo tabii… Kontrol edemediğimiz
onca şey varken nasıl tutabilir ki zaten?
Kendi hayatımda defalarca ciddi şekilde uyarıldım. Ne yazık
ki hala dersimi almışa benzemiyorum.
Hayatımla ilgili yaptığım master planın bebek sahibi olma
dönemine girdiğimde karaciğerimde kafam kadar (abartmıyorum, 10 cm çapında) ne
olduğu belirsiz bir kist bulundu. “Acil ameliyat olmazsan ilerde bir zaman organ
nakli olman gerekebilir. Yalnız şu an olman gereken ameliyatın da %5 mortalite
riski var.” dendi. Böyle zamanlarda filmlerdeki gibi etrafımdaki her şey
flulaşıyor. Dümdüz olan hastane merdivenleri bir sarmal gibi gözüktü gözüme. Alice
gibi tavşan deliğinden içeri girmiş ve bir boşluğa yuvarlanmıştım. Kusmak,
bayılmak, ağlamak istedim. Güçlüyüm ya, bana yakışmaz. Kısa bir süre her şey
yolundaymış gibi davrandım.
Tüm planlarım benimle beraber serbest düşüşe geçmiş ve cumburlop
suya düşmüştü.
Bu tip durumlarda şiddetli bir ağlama krizi geçirmeden,
hıçkırıklara boğulmadan duygu selini atlatamıyorum. Bir güzel böğüre böğüre
ağladıktan sonra kafamı çalıştırmaya başladım.
Başka doktorlara gittim, görüşler aldım ve kararımı verdim.
Risk alacak, önce bebeğimi doğurup ardından ameliyat işleriyle ilgilenecektim.
Hem belki o zamana kadar teknoloji gelişirdi ve ameliyat olmama gerek kalmazdı.
(1 senede teknoloji ne kadar gelişecekse… Öyle demeyin, umut fakirin ekmeği)
Harika! Ufak bir revizyonla master plana tam gaz devam ediyordum.
Derken… İkinci uyarı geldi.
Hamileliğimin kâbus gibi geçen ilk 3 ayını atlatmıştım ki
aniden bir kanama geçirdim. Bebeğimi kaybetmiş olabilirdim. Aksi gibi bayramın
ilk gününe denk geldiğinden ve İstanbul dışında olduğumuzdan her şeyin yolunda olup
olmadığını anlamak için bir süre beklememiz gerekti. O bir süre, benim için bir
ömür gibi geçti.
Bebeğimin iyi olduğunu söylediklerinde inanamadım, emin
olmak istedim, 3 farklı doktora göründüm. Kendi gözlerimle ultrasonda bıcır
bıcır hareketlerini görsem de hala ağzımdan çıkan her kelimeye ağlak bir ses
tonu eşlik ediyordu. “İyi değil mi?”, “İyi değil mi?”… Anladım ki, ben çoktan
anne olmuştum.
Her gece hiçbir anne adayının böyle bir kaybı, ya da böyle
bir korkuyu yaşamaması için tüm kalbimle dua ettim.
Bir süre sonra normal düzenimize döndük ve ben kendimi master
planımın sıcak kollarına bıraktım.
Derken… Üçüncü uyarı geldi.
Bebeğim henüz 7 aylıkken (aslında tam olarak 30. Haftada) erken
doğum riski saptandı ve doğum olana kadar, yani koskoca 2 ay boyunca, sıkı
yatak istirahati verildi.
Doktorum “Bu bebek geliyor” dediğinde eşimle ikimizin gözleri
fal taşı gibi açılmıştı: “Neeee????”
Bebeğim henüz çok minikti. Kıyamazdım ki ben ona!! Üstelik doğum
yapmaya hazır değildim.
Onu kaybetme korkusunu bir kez daha yaşamak beni tekrar yere
yapıştırdı.
Yine etrafımdaki her şey flulaştı. Koptum, iç dünyama
çekildim. Kafamda sorular, endişeler, planlar… Alt üst olmuştum. Aval aval
etrafıma bakıyordum.
Ertesi gün işe gittim, pılımı pırtımı toplayıp apar topar izine
ayrılmak durumunda kaldım. İş devri için ajandamda detaylı bir zaman planım
vardı. Üstelik veda pastası kesecektim, doğumla ilgili güzel dilekleri dinleyip
moral bulacaktım. Şirketteki arkadaşlarımın yanına uğrayarak tek tek
vedalaşacak, güle oynaya izine ayrılacaktım.
İzine ayrıldıktan sonra evde oğlumun gelişi için son
düzenlemeleri yapacaktım. Onunla uzun uzun konuşacaktım. Şarkılar dinleyip
tekmeler eşliğinde heyecanla dans edecektik. Tek başıma AVM’lere gidip avare
avare dolanacak, Starbucks’ta bir kahve eşliğinde mozaik pastamı yiyecektim.
Yanımdan geçen ve koca göbeğimi gören annelerle, kader ortaklığımıza istinaden sıcak
bir tebessüm eşliğinde selamlaşacaktık.
Bebek’e inecektim. Pastırma sıcakları yaşadığımız şu
günlerde Kasım ayında incecik bir hırkayla parkta oturmanın keyfine varacak, mis
gibi boğaz havası alacaktım. Sadece birkaç hafta sonra buraya oğlumla gelecek
olmanın hayallerini kuracak, güzel günü Baylan’da taze bir dilim pastayla taçlandıracaktım.
O günlerin hayalini kurmak bile çok çok güzeldi,
gerçekleştirmek kısmet olmadı.
Varsın olsun. Yapamadıklarımıza hayıflanmaktansa, sahip
olduklarımız için şükretmek lazımdı.
Başka ne gelir elden?
Hala uslanmayan bendeniz, şimdilerde doktorumu doğum ne
zaman olacak diye sıkıştırmaya başladım. Aklım sıra plan yapacağım.
Bir tahmini var ama epey geniş bir aralık, beni kesmedi
tabii!
Eşimin söylediğine göre dün gece ilk defa uykumda
sayıklamışım.
Sanırım bunları söylüyordum. “Hayır, ne zaman, hayır,
planlamam lazım, doktor bey, belirsizlik, beklemek, zor, çok zor… Haaaayıır”
Şu an tek yapabildiğim bütün gün uzanmak ve beklemek.
Üstelik bunu ne kadar uzun süre yapacağım da belirsiz.
Benim için daha mükemmel bir ceza düşünülemezdi!
Merak ediyorum. Acaba acıya acıya öğrenecek miyim sonunda?
Yoksa hayatla inatlaşmaya devam edecek miyim?
En uslanmazı bile bir tokatla yerine oturtabilir mi hayat?
Ne dersiniz?
***
Not: Bir arkadaşım bir önceki yazımı okuduktan sonra, Que
Sera Sera şarkısında kızın annesine haksızlık ettiğimi söyledi. Çünkü annenin
cevabı “Que Sera Sera, Whatever will be will be, The future’s not ours to see,
Que Sera Sera” oluyor. Doğru tespiti için teşekkür ediyorum. O zaman annenin
cevabı bana ve tüm uslanmadan plan yapmaya devam edenlere gelsin: “Whatever will be will be, The future’s not
ours to see…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder