12 Kasım 2010 Cuma

kayıp

Bazen olur böyle. Insan herşeyi ardında bırakıp çekip gitmek ister uzaklara. Sıkılmıştır kendisinden, kafasındaki düşüncelerden ama yine tek çare kendindedir, bilir. O yüzden alıp kendini yanına, basıp gitmek ister. Gitmek, kaçmak değildir oysa. Gitmek, o düşünceleri ardında bırakmak değildir asla. O zehir bir defa girdi mi kanına, nereye gitsen taşırsın onu yanında. Vücuduna yerleşmiş bir virüs gibi içinde taşırsın onu daima. Omuzuna konmuş bir kelebek de olabilir bu halbuki. Kelebek o kadar ağır gelir ki, ne güzelliğini fark edebilirsin ne kıymetini bilebilirsin. Bir an önce uçup gitsin istersin, hafifleterek omzunu. Öyle söyledikleri gibi her zaman "sen" değilsindir yükünü hafifletecek olan, bütün çözümler de "sen"de değildir, olamaz ki. Bu sözler insana en karamsar anında güç vermesi için söylenmiştir eskiden beri. Halbuki ne gerek vardır ki buna, insan aslında o kadar iyimserdir ki, herşeyini kaybetse kaybedemediği tek şey umududur. Gitmeyi de bu yüzden ister zaten insan, biraz güneş açsın ve içindeki umutları yeşertsin diye. Ama tüm çözümler "sen"de olmadığı gibi, tüm çözümler güneşte toplanmaz. Güneş sadece içini ısıtır insanın, bir süre sonra da çekip gider usulca. Nasıl karanlığa karşı koyacağız o zaman? Çekip gittiğimiz yerde de yok mu karanlık? Hiç kararmayan bir yer var mı dünyada? Sanmam. Gece olunca elbet hepimizin dünyası kararır, tıpkı gün gelince hepimizin çekip gitmek istediği gibi.


Kalmakla gitmek arasında kalmış gibi görünse de, ne kalmak fayda edecektir ne de gitmek, bunu çok iyi bilir. Bir şey yapmış olmak için gider belki. Belki de nedensiz. Belki de sıkılmıştır nedenleri niçinleri nasılları düşünmekten. Hatta belkilerden bile sıkılmıştır. Planlardan, hayallerden, gerçeklerden, olabileceklerden, hiç olamayacaklardan, pişmanlıklardan ya da ileride yapılacak hatalardan, hatta bu hataların olası sonuçlarından. Hepsinden, herşeyden, tümünden...


Kızacak birilerini aramak kabullenmeden bir önceki adımdır. Kızmanın anlamsız olduğunu görmek ve çekip gitme arzusu ise kabullenme aşamasını takip eder. Peki sırada ne var? Gidemeyen insan ne yapar? Alışır mı? Bekler mi? Harekete mi geçer? Susup oturur mu? Tekrar sinirlenir mi acaba, tekrar bir suçlu arar mı etrafında? Ya da tekrar başa dönebilir mi...en başa? Herşeyi farklı yaptığı bir senaryo oynamak için... Bu senaryonun daha iyi biteceğinden emin midir peki? Belki de en iyisi mevcut senaryoyu sonuna kadar okumak, oyundaki herkesi mutlu edecek rolu bulup, başını öne eğip rolünü oynamaktır. Böylece tüm seyirciler kendilerini "mutlu son"da , oyuncular ise "beklenen son"da bulurlar. Kendini hiçbir yerde bulamayan ise kaybolmuş bir "ben"dir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder