25 Kasım 2014 Salı

Biz Neyi Biliyoruz ki?

Özellikle geceleri bastırıyordu şu huzursuzluk hissi.

İlk uykuya dalarken sorun yoktu. Yatmadan önce birkaç satır bir şey okudu mu tamam, hayallere dalarak uykunun sıcak kollarına bırakıyordu kendini.

Gel gör ki, gecenin bir yarısı tuvalete kalktığında uykuyla bilinç arasındaki o sersemlikte asılı kalamıyor, bilinci sifon sesini duyduğu gibi işbaşı yapıyordu. Başlasın düşünceler, endişeler, planlar, ne olacak’lar, nasıl olacak’lar…

Bu gece tuvalet molası verdiğinde saat 04:20’ydi. İşini gözleri kapalı halletti, böylece belki vücudunu hemen uykuya geri dönmesi için kandırabilirdi. Nafile… bir diğer deyişle yemezler. Bayan endişenin mesaisi çoktan başlamıştı.


Önce sağına dönüyor, uykuya dalmaya çalışıyor, o sırada kolu uyuşuyor; bu sefer soluna dönüyor, derken düşünceleri bölündüğünden uykuya dalma çalışmaları sıfırdan başlıyordu.
Saat 06:30 olduğunda defalarca iki tarafına dönmüş ve hala uykuya dalmayı başaramamıştı. Üstüne üstlük şimdi tekrar tuvalete gitmesi gerekiyordu.

Offf… Acaba yataktan kalkıp güne mi başlasam? O zaman da akşam olmak bilmiyor. En iyisi biraz daha zorlayayım.

Neyse ki 2 saatlik kısır döngü, vücudun yorgunluk sinyallerine daha fazla dayanamayıp bir şekilde kırılmış ve yerini bol bilinçaltı mesaj içeren bir rüyaya bırakmıştı.



Bölük pörçük bir uykunun ardından yorgun bedenini güç bela yataktan doğrulttu. Tekrar bir ihtiyaç molası, ardından ağır bedeni taşımaktan uyuşmuş zavallı kolları esnetme çalışmaları ve hafif bir kahvaltı…

Kahvaltı namına yiyebildiği üç-beş parça şey de sonraki bir saat içerisinde gerisin geri yukarı çıktığından, korkarak minik lokmalarla yuttu.

Ardından camın kenarına oturdu.

Havalar bir anda buz kesmişti. Ayaklarını harıl harıl yanan kalorifere dayadı ve boş sokakları izlemeye başladı. Gece yakasını bırakmayan endişeler bu sokaklarda cirit atıyordu şimdi. Sehpada duran dergiye göz atarak uzaklaşmaya çalıştı. Bir süre işe yaramıştı da, ta ki az önce yediği lokmalar olduğu gibi boğazından geri çıkmaya çalışana dek…

Bunca zaman sonra evinin duvarlarını, parkelerdeki izleri, camdan gözüken ağaçların dallarını, hatta karşı apartmandaki görevlinin günlük rutinini bile ezberlemişti.

Ayrıca alt komşuda haftanın hangi günü temizlik olduğunu, karşı komşunun çöpünü saat kaçta çıkardığını, üst komşunun oğlunun saat kaçta eve geldiğini de adı gibi biliyordu.

O çocukcağız eve gelip kapıyı çekince nasıl da mutlu oluyordu. Demek ki akşam olmuştu. Demek ki birazdan sevgili eve gelecekti. Demek ki bir gün daha, evet bir gün daha, geçmişti!

***

Demek ki hayat beni sana bir gün daha yaklaştırmıştı, oğlum.

Evet; tüm o tuvalet ziyaretleri, uyku problemleri, reflü sancıları, zorunlu ev istirahatleri, endişeler… Hepsi senin için, hepsi sana sağlıkla kavuşabilmek için.

Belki büyüdüğünde eve gelip yüzümüzü bile görmeden odana kapanacaksın.

Belki bizi beğenmeyeceksin.

Siz ne bilirsiniz ki diyeceksin.

Haklı da olacaksın tatlım. Eminim ki her şeyi bizden daha iyi bileceksin, her zaman bizden 
daha iyisini yapacaksın; olması gereken de bu.

Ben sana bizim neyi bildiğimizi söyleyeyim.

O da tek bir şey...

Biz en iyi sevmesini biliriz, oğlum.

Başka da bir halt bildiğimiz yok.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder