Ben güçlü bir kadınım.
Bence hepimiz öyleyiz.
Öyle olmadığını düşünenlerimiz, eminim ki kendilerini azımsıyorlar.
Kadın dediğinin hayatı zaten bir mücadeleden ibaret değil mi? Dünyaya
geldiğimiz gibi başlıyor her şey.
Ufak bir kız çocuğunu düşünün.
Ne deriz hep? Bizim oğlan saftirik, ama kıza bak “cingöz”!
Evet biz cingözüz, çünkü öyle olmak zorundayız. Çünkü cingöz
olmayanlarımız doğal seleksiyonla çoktan elenmiş bile! Hayatta kalmak için ön
şartımız bu: cingöz olmak, cadı olmak, hakkını savunmak…
Küçüklükte erkek çocukların ellerinde buldozerler, traktörler olur ya
hani… Vınnn vınnn oynarlar. Güçlü olmak, ezip geçmek, kuvvet kullanmak… Bunlar
yazılır bilinçaltına.
Peki bizimkine ne yazılıyor dersiniz? Elimizdeki 90-60-90 sarışın
barbilerle ne yazılabilir ki? İncecik olmalısın, güzel olmalısın, (Aslında
“güzel” kelimesi anlatmak istediğimi tam olarak karşılamıyor, affınıza
sığınarak İngilizcesini söyleyeceğim: pretty) mümkünse sarışın olmalısın ve çok
sevimli bir gülüşün olmalı.
Çoğumuzun bildiği şarkıda bile küçük kız çocuğu Sera anneciğine ne
soruyor: “When I was just a little girl. I asked my mother, what will I be?
Will I be pretty? Will I be rich?”
Hiçbir erkeğin annesine bu tarz bir soru sorduğunu sanmıyorum.
Sadece güzellikle kalsa iyi. Yıllar geçtikçe roller artıyor ve 30’lu
yaşlara gelince az çok bu hali alıyor. Kariyer sahibi bir iş kadını, bakımlı ve
tabii ki “güzel” bir kadın, sevgi dolu bir anne, iyi bir eş, iyi bir dost… Bir
de tabii ki vefalı bir kız çocuğu (çünkü ne derler? Erkek çocuk vefasızdır
şekerim, hastalıkla biz kim bakacak? Kızlarımız! Tabii ki kızlarımız ya… Başka
rol var mıydı kalan? Onu da alayım şu kenara…!)
Bana sorarsanız bu kadar rolün hepsinin hakkını vermek teorik olarak
mümkün değil. Kendime bunu hatırlatarak teselli bulduğum doğrudur. Hepinize
aynısını tavsiye ederim!
Tabii her ne kadar teselli olsak da bilinçaltı dürtüp duruyor. Gece
kafayı yastığa koydum mu iş hayatındaki entrikalardan başlıyor, en son ne zaman
manikür yaptırdığıma uğruyor, babamın sağlık durumuyla ilgilenmem gerektiğini
bir kenara yazıyor, aramayı unuttuğum arkadaşımı kendime hatırlatıyor, sabah
çıkmadan nohutu ıslatayım da akşama yine dışardan yemeyelim’de bitiriyorum.
Sonra sabah on saatlik derin uykusundan tüm enerjisiyle uyanmış kocam “Hayırdır
tatlım, neden uykusuzsun?” diye soruyor. Söyleyin bana, ne diyeyim şimdi ben?
Zincirlerini kıran yok mu aramızda? Elbet var ve onları can-ı gönülden
tebrik ediyorum. Hatta bunu başaran bazı lise arkadaşlarımın Facebook’taki
paylaşımlarını gördükçe delicesine imreniyorum. Ne de olsa kıskanmak da
genlerimizde kodlanmış.
Ne yazık ki ben onlardan biri değilim.
Ben hepi topu hayatımın ilk 5 yılında, henüz kendi özgür iradem yokken,
bilinçaltıma enjekte edilmiş bir hayali gerçekleştirmek için çırpınıp duran bir
kız çocuğuyum.
Bu farkındalık biraz koyuyor başta insana. Onursuz bir mücadele gibi
geliyor her şey.
Ama öyle değil…
Her nasıl olduysa oldu, ben bu hayali içselleştirdim ve ömür boyu
sürecek bir mücadeleye baş koydum demeli insan.
Ve bu zorlu yolda bata çıka savaşmaya devam ettiği için gurur duymalı
kendiyle.
Aralarda bocalamak, isyan etmek, sevgili erkeklerimiz yataklarında mışıl
mışıl uyurken uykusuz geceler geçirmek, zaman zaman “zaten olması gereken bu”
şeklinde düşünen empati yoksunları tarafından mücadelemizin hafife alınmasını
göğüslemek… Tüm bunlara rağmen mücadelesine devam eden kadınlarız biz, çok ama
çok güçlü kadınlarız.
Sadece bu yüzden bile el üstünde tutulmayı hak ediyoruz.
Nazım’dan gelsin o zaman, el üstünde tutulmayı hakeden tüm güçlü
kadınlarımıza…
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder