Yetişkinlere soruyorlar:
“Vücudunuzda nerenizi değiştirmek isterdiniz?”
- Kulaklarım çok büyük
- Cildim sivilceli
- Doğum sonrası çatlaklarımı sevmiyorum
- Alnım fazla geniş
- Keşke daha büyük gözlerim olsa
- Doğum sonrası çatlaklarımı sevmiyorum
- Alnım fazla geniş
- Keşke daha büyük gözlerim olsa
Aynı soruyu çocuklara
yöneltiyorlar
- Denizkızı kuyruğum olsun isterdim
- Çita kadar güçlü bacaklar
- Bilmem… ben vücudumu seviyorum
Bana sorulsa ben de bülbül gibi şakımaya başlardım. Biraz
boyu uzatalım, kalçaları törpüleyelim, üst bacağı hafif incelttik mi… dur dur,
gözleri de açalım büyük dursun…
Sonra düşünüyorum. Bu değişiklikleri yapsam ben, ben olacak
mıyım?
Bunları düşünürken aklıma Rene Zellweger’in son hali
geliyor. Kendisi yukarıda bahsettiğim benzeri bir sürecin kurbanı olsa gerek.
Yanaktaki yağları alalım, burunu biraz daraltalım… Tamaaam… Alnı da azıcık
botox’ladık mıydı… derken kendisi olmaktan tamamıyla çıkmış.
Zellweger yeni halinden memnun olduğunu söylese de, ben kendinden
tanınmaz hale gelecek kadar uzaklaşmanın çok acı olduğunu düşünüyorum.
Aslında ara sıra kendinden ruhen uzaklaşmak sağlıklıdır. Nefes alırsın, silkinirsin, algılar
açılır. Şahsen ben bunu sık sık
yapıyorum. (Sizde böyle bir durum yoksa korkmayın,
anormal değilsiniz. Ben bu git-gelleri İkizler burcu olmama, biraz da fazla
hayalci kişiliğime borçluyum.)
Fiziksel uzaklaşma
ise kulağa oldukça korkutucu geliyor.
İzleyenler bilir, bir zamanların efsanevi dizisi vardı:
Nip-Tuck. Sınırlarda gezinen bir senaryoya sahipti. Bir fırsatım olsa dizinin
senaristlerine tek bir sorum olur: “Çok affedersiniz ama bu neyin kafası?” Onlara
en yakın gördüğüm kafayı gerek konuşmaları gerekse inanılmaz şarkı sözlerinden
Yıldız Tilbe’de gözlemliyorum.
Gerçi çok beğensem de diziyi sonuna kadar izleyemedim.
Güzelim Julia’nın cüce kardeşimizle yatak sahnesini gördükten sonra sanırım yapamayacağım diyerek diziye
erkenden veda etmek durumunda
kalmıştım.
Bu dizide kendi isteğiyle kendinden fiziksel olarak uzaklaşma olgusu oldukça derinlemesine işleniyordu.
Kadın-erkek fark etmeden insanlar bazen ellerinde bir fotoğraf, bazen sadece kafalarında
bir hayalle McNamara-Troy ofisinden içeri adım atıyorlar ve görüşme hep aynı
cümleyle başlıyordu: “Tell me what you
don’t like about yourself”
Peki ne oluyor da çocukken “değiştirmek istediğim bir şeyim
yok” noktasından yola çıkıp kendimizi McNamara-Troy ofislerinde buluyoruz? Ne
oluyor da sıcacık gülümsemesiyle içimizi ısıtan Rene Zellweger olabildiğine sıradan
bir kadın görünümüne dönüşüyor? Hem de kendi isteğiyle…
Bunları düşünürken yine Nip-Tuck’a dönüyorum. Dizinin ikinci
sezonuna fiziksel güzelliğin şeytani olduğuna inanan ve bu yüzden onu dünya
üzerinden silmeye kendini adamış bir karakter giriyor: “The Carver”. Carver, kurbanlarının
dudaklarının kenarlarına iki uzun çizgi kazıyarak yüzlerine hiç silinmeyecek acı bir tebessüm
yerleştiriyor ve her seferinde kulaklarına fısıldıyor: “Beauty is a curse on the world. It keeps us from seeing who the real
monsters are.”
Güzellik olgusunun üzerimize bir lanet gibi çöktüğüne
katılıyorum. Ne yazık ki dünyada tek tip bir güzellik algısı var ve insanlar bu
kalıba girmek için o kadar hevesliler ki, uğruna kendileri olmaktan bile
vazgeçebiliyorlar.
Güzellik olgusu dinamik, çağa ayak uyduruyor, her geçen gün evrimleşiyor
ve değişiyor. Bir ara skinny olmak,
sarışın olmaktı. Şimdilerde mükemmel büyüklükte kalçalara sahip olmaya dönüştü.
Kimbilir birkaç yıl sonra yeni tanım ne olacak…
Güzelliğin yeni tanımı ne olursa olsun odağında hep tek tipleşme
olacak.
Özgünlük yerine olağanlaşmayı ödüllendirdiğimiz sürece
güzellik olgusu dünyamızı ve bazılarımızın hayatını yönetmeye devam edecek
gözüküyor.
Bu yazıyı dünyadaki mevcut güzellik olgusunun mimarlarından biri
olan Beyonce’nin yeni albümündeki “Pretty Hurts” şarkısıyla sonlandırmak
istedim. Sizi bilmem ama ben bu sözleri Beyonce’nin acı bir haykırışı olarak
yorumluyorum.
Pretty hurts
We shine the light on whatever's worst
Perfection is a disease of a nation[...]
Tryna fix something
But you can't fix what you can't see
It’s the soul that needs surgery
We shine the light on whatever's worst
Perfection is a disease of a nation[...]
Tryna fix something
But you can't fix what you can't see
It’s the soul that needs surgery
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder